17 Eylül 2008 Çarşamba

9C TÜRK EDEBİYATI UYGULAMA

KÜÇÜK AĞA ROMANINDAN

“ Önce Tekke Deresi’nin üstü karardı, sonra şimşekler çakmaya başladı, ardından da yağmur boşandı. Kasabanın doğuya meyilli sokaklarında sağlı sollu ırmaklar peyda olmuştu. Gökyüzü neyi var neyi yoksa boşalacak gibi idi. Akşehir 1919’un baharını, büyük çöküntülerden sonraki ilkbaharı karşılıyordu: Parasızlık, yokluk ve açlığa karşı belli belirsiz bir ümit baharı bekliyordu. Bu ümidin hattâ adını söyleyebilecek bir babayiğit zor çıkardı. Fakat ne de olsa artık üşüyemeyecekler, hiç değilse sokaktan kurtulacaklardı. Ve soğuk, yaşlılarla çocuklar için açlık kadar yıkıcı idi, açlıkla büsbütün katlanılmaz oluyordu. Kasabada da yalnız yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştı.
Dört yıldır dükkânlarla, bağlarla, bahçe ve tarlalarla yalnız onlar uğraşıyor, her şeyin verimi de ona göre düşüyordu.
Aylardan beri ev kocaman bir göz olmuş, yollara dikilmişti: Her evin beklediği biri vardı, bir yavuklu, bir koca, bir oğul, bir ağa ve dayı…
Kimi hastahaneden, kimi dağıtılan kıt’asından, kimi esaretten geleceklerdi? Bunu düşünen veya düşünmeye cesaret eden pek yoktu; geleceklerini, gelmelerinin muhtemel olduğunu bilmek yetiyordu. Sonra gelmeleri gerekti, şarttı artık. Yoksa pırıl pırıl Akşehir kendi üzerine kapanan bir mezar olur çıkardı. Buna az bir şey kalmıştı.”
(Tarık Buğra, Küçük Ağa)



Soru 1: Yukarıda verilen metinden hareketle edebiyatın hangi bilim dalı ile ilişkisi olduğunu yorumlayarak yazınız. (10p)



TANZİMAT FERMANI
Herkesin bildiği gibi, devletimizde kuruluşundan beri Kuran'ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli nedenlerle şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü. Oysa, şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin imkansızlığı açık seçik ortadadır.
Tahta geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin kalkınması, ahalimiz ve fakirlemizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer, yüce devletimize dahil ülkelerin coğrafi konumu, verimli toprakları ve halkının yetenekleri gözönünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Allah'ın yardımı ile, beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz götürmez.
(…) Söz konusu yasaların başında can güvenliği; ırk, namus ve malın korunması; vergi toplanması; halkın askere alınıp silah altında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Şöyle ki; Dünya'da can, ırz ve namustan daha kıymetli birşey yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılıştan kötü olmasa bile, canını ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, işi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı olur.
(…) Bütün bu sayılan hususlar eski hükümlerin tümden değiştirilmesi demek olacağından işbu fermanımız İstanbul halkına ve ülkemiz halkına duyurulacaktır. Bundan başka, dost devletlerin de bu yönetimin sonsuza dek uygulanmasına tanık olmaları için fermanımız, İstanbul'daki tüm büyükelçilere resmen bildirilecektir.
Allah hepimizi başarılı kılsın; yasalara uymayanlar Allah'ın lanetine uğrasın ve ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.

Soru 2: Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması toplumda ne gibi değişikliklere yol açmıştır? Bundan hareketle Edebiyat ile Edebiyat Tarihi arasındaki ilişkiyi yorumlayınız. (10p)


YAPRAK DÖKÜMÜ ROMANINDAN

“Altın Yaprak Anonim Şirketinden neye mi istifa ettim? Bunda anlaşılmayacak hiç bir şey yok. Aldığım altmış iki lira aylıkla geçinemiyordum. Başımda iki küçük kardeşle hastalıklı bir ana var...
(…)
Bu sözleri söyleyen adam, bir ay evvel şirketin muhasebe katipliğinden istifa etmiş sansar yüzlü, keskin beyaz dişli, kara yağız bir gençti. O gün hem unuttuğu birkaç eşyayı almaya hem de eski kapı yoldaşlarını yoklamaya gelmişti.
Öğle paydosuydu. Memurların kibar kısmı karşı muhallebicide yumurta salatası, baş söğüşü, fasulye pilakisi yemeğe gitmişlerdi, söğüşe harcanacak parası olmayanlar bir yandan peynir, zeytin, lop yumurta ile karınlarını doyuruyorlar, bir yandan arkadaşlarını dinliyorlardı. O, masalardan birinin üstüne boylu boyunca uzanmış, iskarpinlerinin topuğu ile dağınık kağıtlara vura vura sözüne devam ediyordu:
- Böyle mutlaka bir şeyler yapmaya azmettikten sonra ibret gözü ile etrafıma baktım... Bir alay saçlı sakallı adamlar mektep çocukları gibi art arda dizilmiş, bir acayip sürüye katılmış, yerimizde sayıyoruz. Bulunduğun yerde ne kadar çalışıp çabalasan önündeki, yanındakini ne kadar itip kakıştırsan nafile... Bilmem kaç yıl geçecek de aylığın bilmem kaç kuruş artacak. Biri kovulacak, ölecek de iki adım ileri gideceksin. Onun için ya devlet başa, ya kuzgun leşe dedim, kendimi bu kafileden, yani Altın Yaprak Anonim Şirketinden dışarı attım... Aranızdan ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile... Çulu derhal düzelttim değil mi?
Yerinde doğrulmuş, fantezi ipek çoraplarını, yeni gömleğini gururla göstererek gülüyordu: Mamafih, fena bir şey mi yapıyorum? Kimsenin malına, hayatına, ırzına mı dokunuyorum? Kat'iyyen... Sadece Havyar hanında bir komisyoncunun yanında çalışıyorum... Onun hesabına gümrükten mal çıkarıyorum. Şimdilik ehemmiyetsiz bir maaş, yine nispeten ehemmiyetsiz bir anafor... Fakat Allah bereket versin, gül gibi geçiniyorum...
Öksürüklü bir ihtiyar, derin derin göğüs geçirerek; Hakkın var... ne çare ki bizden geçti diye söyleniyor; yirmi yaşlarında iki saf çehreli çocuk muzaffer bir spor şampiyonu seyreder gibi hayretle, hasetle ona bakıyorlardı. Yalnız, yüzünün bir yanı muharebede yanmış kırklık bir memurun ne düşündüğünü anlamak kabil değildi. Yumruğunu çenesinin altına dayamış, yemeğini yarım bırakmış, gözlerini kapayarak düşünüyordu.
Genç adam, masadan inmişti. Sobanın ağzında görünen ateşlerden bir sigara yaktıktan sonra dolaşmaya, Havyar hanına, gümrüğe dair vurgun, anafor hikayeleri anlatmaya başladı. Bunların çoğu bire bin katmak suretiyle şişirilmiş masallardı. Fakat bu mahrum adamlar, onları olduğu gibi kabul ediyorlar, başkaları kürekle altın kürerken kendilerinin bu rutubetli odada birkaç lira için yarı aç çürümelerine hayıflanıyorlardı. Hatibin gözleri bir aralık, odanın karanlık bir köşesine, yüksek bir yazıhanenin arkasından kendine bakan bir ihtiyar adamın gözlerine ilişti. Birdenbire utanmış ve cesaretini kaybetmiş gibi sustu.
Bu, Ali Rıza Bey isminde altmış yaşlarında bir eski mutasarrıftı. Odanın bir köşesindeki yazıhanesinde, bir çöl ortasında gibi, daima yalnız ve unutulmuş, çalışır, kimse ile konuşmazdı.
Çok iyi ve terbiyeli bir adam olduğu için, büyük, küçük herkes, hatırını sayardı.
(Reşat Nuri Güntekin, Yaprak Dökümü)

Soru 3: Yukarıda verilen Yaprak Dökümü adlı romandan hareketle edebiyat ile toplum bilimi arasında nasıl bir ilişki olduğunu yorumlayınız.(10p)

KOŞMA


Ala gözlerini sevdiğim dilber Karşımızdan gelen acep yar m’ola
Kokuya benzettim güller içinde Benim gibi yaralanmış zar m’ola
İnceciktir belin, hilaldir kaşın Benim sevdiceğim güzel var m’ola
Selviye benzettim dallar içinde Hakk’ın yarattığı kullar içinde

Benim dostum gelişinden bellidir Karacaoğlan söyler biz de varalım
Ak elleri deste deste güllüdür Kelpler rakib olmuş biz de görelim
Güzel seven yiğitler de bellidir Halin, hatırını anın soralım
Melil mahzun gezer iller içinde Götürüp giderler sallar içinde



“Ay Kağan'ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap istedi.Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.” Destanın devamında olağanüstü özeliklere sahip olan Oğuz Kağan’ın yiğitlikleri, çocukları, ülkesini büyütmek için yaptıkları anlatılır. Bir şenlik (toy) sonrasında halkına şöyle seslenmiştir:

“Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Dana deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan”
(Oğuz Kağan Destan)

Soru 4: Yukarıda verilen metinlerden hareketle edebiyat ile halk bilimi arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır? Yorumlayınız. (10p)

Hiç yorum yok: